Sınırlar ve Korkular

Çocuklarınızla sağlıklı sınırlar oluşturmakta bu kadar zorlanmamızın sebebi;

Korkularınız olabilir mi? H

ayata tutunabilmek için hepimiz, sevildiğimizi “hissetmeye” ihtiyaç duyarız.

Doğduğumuz andan itibaren varlığımızın kabul gördüğünü, fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamaya “gönüllü” bir ebeveyn/bakım veren sayesinde sezebiliriz. Zaman içinde onunla kurduğumuz fiziksel ve duygusal yakınlıktan beslenir, o/nlar da bu yakınlıktan hoşlandıkça, varlığımızın onaylandığını hissederiz.

Sağlıklı bir ebeveyn/çocuk ilişkisi içinde; kimse kimsenin sevgisini kazanmak zorunda değildir. Sevgi, aile içinde ortak ve herkesin doğal bir şekilde gönülden almaya ve vermeye hazır olduğu bir “haldir”.

Anne/Babaların büyük çoğunluğu çocuklarını severler; ancak bazen bu sevgiyi, çocukların ihtiyaç duydukları şekilde hissettiremezler.

Sevgiyi “hak etmek” zorunda olduğunuz bir aile içinde; sürekli kendinizi ispat etmeye çabalar; sevilmemekten, sevgiyi kaybetmekten deli gibi korkarsınız. Bunun için de her zaman uslu çocuk, cici kız olursunuz.

Toplumsal kalıpların da etkisiyle kız çocukları bu baskı ile hanım hanımcık olmayı, sessiz kalmayı, duygularını sadece ve en fazla ağlayarak ifade edebilmeyi öğrenerek büyürler ve geleceğin, “ideal” eş/adayı, annesi olmak üzere hazırlanırlar.

Erkek çocukları ise duygularını (bastırarak denir ama aslında) hiç bilmeden, anlamadan, hissetmeden (hissetmediğiniz bir şeyi bastırmak pek mümkün değildir çünkü) büyüyerek; geleceğin her koşulda güçlü ancak duygusal mevcudiyet sunamayan eş ve babası olmaya aday olurlar.

Şimdi çocuklarınıza sağlıklı sınırlar oluşturmaya çalışırken; karşınıza çıkan en büyük engellerden biri; korkularınız.

Sevilmeme, reddedilme, istenmeyen ebeveyn olma, tercih edilen ebeveyn olamama korkunuz.

Çünkü çocukken ebeveynleriniz tarafından karşılanmayan sevilme/onay ihtiyacınızı; şimdi çocuğunuz üzerinden gidermeye çalışıyor olabilirsiniz.

Bu durumda sınırlarla ilgili yeterli tecrübe ve araç sahibi olmadığınız için; ya tamamen sınırsız, her şeye izin verdiğiniz ve böylece çocuğunuzun sevgisini garanti ettiğinize inandığınız bir ebeveyn olmayı seçersiniz. Çocuğunuz istediğinizi yapmadığında küser, sevginizi, ilginizi çeker; yetişkin olduğunda dahi, “ben senin için onca şey yaptım, sen mutlu ol diye herşeye izin verdim, sen şimdi beni dinlemiyorsun” diye sitem eder, kendi reddedilme korkunuzu, çocuğunuza, suçluluk duymasını sağlayarak yansıtırsınız.

Ya da tamamen katı, kuralların herşeyden önemli olduğu, otoriter bir tutum sergilemeyi; böylece asla hayır cevabını kabul etmeden, ihtiyaç duyduğunuz “onay”ı, zorla elde etmeyi tercih edersiniz.

Çocuğunuz kurallara uymadığında verdiğiniz cezalar, bir yandan reddedilmenin intikamı haline gelir ve giderek ağırlaşır.

Çocuk büyüyüp size karşı çıkmaya başladığında; gözünüze kalenizi düşürmek isteyen düşman gibi görünmeye başlar.

Her iki durumda da çocuk; görmediği, deneyimlemediği birşeyi öğrenemez; sınır koymayı. İlişkilerde çatışmadan, anlaşmazlıklardan, fikir ayrılıklarından korkar. Kendi fikrini dile getiremez. Haksızlığa karşı gelemez. İstismara açık hale gelir. Sevgi ihtiyacını karşılamak için riskli, uç ilişkilere daha kolay çekilir.

Ebeveyn olduğunda (tıpkı sizin gibi, yeterli tecrübe ve araca sahip olmadığı için) çocuğuna da sağlıklı sınır oluşturmayı bilemez.

Sonrası nesiller boyu aynı döngü.

Ta ki birileri bunu fark edip değiştirmeye niyet ve gayret edene dek.

O bence kesin sizsiniz, biziz.


NOT: Bu paylaşımları yaparken niyetim; çocuklarımızla olan ilişkimizde, önce kendimize dönüp bakmayı, ebeveyn olurken yanımızda getirdiğimiz yükleri de görmeyi, nasıl ebeveynlik gördüğümüzün, kendi ebeveynliğimize etkilerini fark edebilmeyi, kendimizi ve böylece çocuklarımızı anlamayı;  kendimizle bağlantıya geçmeyi ve böylece çocuklarımıza bağlanmayı hatırla(t)mak.

Bu; “Herşey çocukluğumuzla ilgili” demek değil.

“Çocuğumla ilişkimde zorlanıyorsam, kötü bir çocukluk geçirmişimdir ya da psikolojik sorunlarım vardır” demek değil, ya da”Kötü bir çocukluk geçirmiş herkes çocuğuyla ilişkisinde zorlanır” demek değil.

“Her an ve her durumda mutlaka geçmiş tecrübelerimiz bizi tetikler, kesinlikle her sorunun altında yatan tetiklerimiz vardır.” demek değil.

Bazen sadece yorgunsunuzdur, zor bir gün geçirmiş olabilirsiniz ve sabrınız kalmamıştır.

Bazen kendinize yeterince zaman ayıramadığınız için şarjınızın bittiği bir dönemden geçiyor olabilirsiniz.

Belki fiziksel bir rahatsızlığınız sebebiyle, bir davranışa duygusal olarak tahammülünüz daha azdır.

Ebeveynlerinizle harika bir ilişkiniz, sevgi dolu bir çocukluğunuz vardır; ancak içinde bulunduğunuz toplumsal/kültürel normlar/kalıplar sizi olumsuz etkiliyor olabilir.

Belki de henüz kendi gerçeğinizle yüzleşmeye, bakış açınızı değiştirmeye hazır değilsinizdir.

Aynı zamanda, çocuğunuzu fazlaca suçladığınızı, etiketlediğinizi, duygu ve davranışlarınızın sorumluluğunu çocuğunuza yüklediğinizi, davranışlarını kişiselleştirdiğinizi, yaşından ve kapasitesinden daha fazla beklenti içinde olduğunuzu fark ediyor ve sürekli olarak çocuğunuzla bir güç savaşı halinde olduğunuzu hissediyor ve sebeplerini anlayamıyorsanız; iyileşmek istiyor ve nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız;

işte ilk bakmanız gereken yer burası: içinizdeki çocuk.

Anlamadan iyileşme başlamıyor.

Anladıktan, fark ettikten hemen sonra da başlamıyor.

Bu bir süreç, size ait bir yol, niyet istiyor, çaba istiyor, bazen destek istiyor, bazen kedi gibi kendi yaralarımızı sessizce yalayıp temizlemek istiyor, sorup sorgulamak, bazen reddetmek, kaçmak istiyor, bazen beynimizin sağ tarafını aktive edip duygularımız ve bedensel hassasiyetlerimizle temas; bazen de sol tarafı aktive edip mantığımız ve fiziksel gücümüzle temas istiyor.

Başka yollar da olabildiğini görmek, kabul etmekle başlıyor her zaman. Ve asla bitmiyor.

“Tamam ben anladım, çözdüm, iyileştim artık, bitti” diyeni tanımıyorum henüz.

Bence asıl mesele, yola devam ediyor olmak..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir