Bebeğim Ağlıyor
İlk günlerden itibaren, iç sesim bebeğim ağladığında yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Hiç düşünmeden onu kucaklıyor yavaşça sallıyor, kendi duygularımı regüle etmeye* çalışıp ona da sakince, yanında olduğumu ve her şeyin yoluna gireceğini söylüyordum. Hayır; bu kadar sık ve uzun süreliğine ağlayan bir bebeğim olacağını bilmiyordum. Hayır; bir bebeğin 4 saat durmadan ağlayabileceği ile ilgili hiç bilgim yoktu. Kolik olarak değerlendirdiğim birçok bebek takip ettim. Ama hemen itiraf edeyim ki, ‘Bebeğim sürekli ağlıyor.’ diyerek endişeli gözlerle bakan annelere ‘E sen bu kadar endişeli olursan ağlar tabi, rahatla biraz!’ diyen bir ahmak yaşıyordu içimde. Tüm iyi niyetimle; bebekteki sağlık sorunlarını araştırıp annelere bebeklerinin sağlıklı olduğunu ve bu ağlamaların bebek büyüdükçe geçeceğini söyleyip, onu rahatlatacak şeyler bulmaya çalışmalarını öneriyordum. Bununla beraber ‘anne çok endişeli olduğu için bebeğinin çok ağladığı’ şeklindeki inancım, bebeğimin doğması ile değişecekti. Kendi çocuğum olana kadar, bebekleri ayrı bir sinir sistemi olan bireyler olarak görmekte eksiklik yaşadığımı fark etmemiştim, bebeğin tüm huzursuzluğunun annenin duygu durumunun sonucu olduğunu zannediyordum, kızım annenin endişesinin bir ‘sonuç’ da olabileceğini öğretmek için doğdu. Ve artık çoklu gıda alerjisi ve çoklu duyusal hassasiyetleri olan bir çocuğu olan, bebeklerin ağlaması ile ilgili yazılmış neredeyse tüm yazıları okumuş bir çocuk doktoru olarak, annelere bebeklerinin ağlamalarını ele almak ile ilgili söyleyeceklerim var.
Bebeğim ağladığında memelerime sızılar giriyor, karnımdan ağzıma doğru yükselen bir his beni bebeğimi kucaklamaya itiyor ve niçin olduğunu bilmediğim şekilde kızımı kucağımda tutup ritmik olarak sallıyordum. Tüm bu yaptıklarımın bebeğimle aramdaki dansın parçası olduğunu, mevcut nörobiyoloji biliminin de tüm bu davranışları bebeğin optimal büyümesi için ona verdiğimiz cevaplar olarak değerlendirdiğini henüz bilmiyordum. O sırada bunları niçin yaptığımı soran birisi olsa ona bilimsel şekilde anlatamazdım. Çünkü bebeğimin ağladığını duyunca, beni çağırıyormuş / yardım istiyormuş gibi hissediyordum ve onu bedenimin üzerine yaslayınca rahat ediyordum. Sanki kilide anahtar oturmuş gibi bir his yayılıyordu, sonra da tüm benliğimle ona açık hale geliyordum ve gözüm onun üzerinde, tüm işaretleri okumaya çalışırken onu sallıyor, emmek istediğini sezersem emziriyordum. Emmekten hoşlanmazsa memeden çekip evde büyük ritmik adımlarla dolaşıp kolumun üstüne yüzüstü yatırıyordum. Neyi yapmamın onu rahatlattığını bulmaya çalışıyor ve hep onu gözlemliyordum. Ağlamasının uzun saatler boyunca artıp azalarak devam ettiği zamanlarda ise onu sling (yumuşak kumaştan ergonomik taşıyıcı) ile giyerek evde dolaşırken bir yandan da onunla konuşuyordum. Anlayabildiğim kadarıyla onu aynalıyordum** , ‘Karnın ağrıyor canım, uyuyamadın tatlım, çok huzursuzsun, canın acıyor, geçecek canım, yanındayım kuzum, her şey yoluna girecek, dün gece de sakinleşip uyumuştun, ondan önceki gece de, ondan önceki gece de, bu gece de uyuyacaksın kuzum, her şey yoluna girecek.‘ diyordum. Çoğu zaman ona sevdiğim şarkıları söylüyordum, çünkü bazı şarkılarda sakinleştiğini fark etmiştim. Bir yandan da eşimle birlikte ağlayan bebekleri nelerin rahatlattığı ile ilgili okuyor ve denemeler yapıyorduk. Kızımız 9 aylık olana kadar gündüzleri dikey konumda bedenimizin üzerinde olmak dışında uyuyamıyordu. Yatay zemine geçtiğinde dayanılmaz bir acı ile bağırıyor ve ağlıyordu. Bunun biz böyle alıştırdığımız için olmadığını biliyordum, o zaten ‘böyle’ idi. Bu durumun sebebini bebekler ve duyu bütünleme bozukluğu konusunda okuduktan sonra öğrendim. Yatay zeminde uyumakla ilgili sıkıntısının yer çekimi hassasiyeti sebebiyle olduğunu kavramam uzunca bir vakit aldı. Duyu bütünleme bozukluğu kapsamına giren ve duyularından gelen bilgiyi işleme sürecinin beyninde yarattığı kaos nedeniyle regüle edilmesi zor bir bebek olduğunu, duygularının da böyle yoğun olmasının hep bu sinir sistemi yapısından olduğunu açıklayabilmem hep sonradan oldu. Tüm bu süreçte öğrendiklerim ile ağlamaya cevap verme konusunda gelen bazı tavsiyelere cevap vermek istiyorum.
I) Ağlamayı Gözardı Etme Yöntemi
Bazı kaynaklar size ağlamayı göz ardı etmenizi söyler, böylece bebeğin/çocuğun başka bir insan tarafından rahatlatılmaya alışmayacağını ve bu yolla bebek/çocuk beyninin kendini regüle etme becerisini geliştirip hızla bağımsızlık kazanacağını iddia ederler. Bu iddialara samimiyetle inandıklarına eminim. Bununla beraber insan yavruları doğduklarında beyinleri gelişimini henüz tamamlamamıştır ve yaşamın ilk yıllarında kendi kendilerini sakinleştirme (duygusal self-regülasyon***) becerileri bulunmamaktadır. Bir bebeğin/küçük çocuğun stres yaratan bir durum yaşadığında kendi duygularını regüle edebilecek sinir sistemi gelişimi ilk yıllar boyunca adım adım olmaktadır. İlk yıllar insan yavrularının stres tepki sistemi henüz gelişmediği için streslerini regüle edecek yetişkinlere ihtiyaçları vardır. Duygusal self-regülasyon regülasyon oldukça kompleks bir beceridir ve bebeğin/çocuğun stres karşısında defalarca bakım verenleri tarafından regüle edilmesi ile olgunlaşmaktadır (1).
Peki ağlamaya bırakılan/ağlaması göz ardı edilen bebeklerin beyninde neler oluyor? Maalesef bu konu ile ilgili kanıtlara ulaşan tek bir çalışma bulabildim, bu çalışmadaki veriler üzerinden konuşabiliriz. Çalışmada günler içinde bu bebeklerin ağlamalarının kesildiği ve annelerin stres hormon düzeylerinin düştüğü tespit edilmiş. Oysa ağlamayı bırakan bebeklerin yalnız başlarına uykuya geçiş sırasındaki stres hormon düzeyleri yüksek seyretmeye devam ediyormuş (2). Yani ağlamalarına cevap verilmeyen bebekte yıllar içinde yavaş yavaş olgunlaşacak olan stres tepki sistemi birden olgunlaşıyor gibi görünmüyor, tam tersine bebeğin stres anında sinyal vermeyi bıraktığı ile uyumlu sonuçlar elde edilmiş. Tabi ki bu sonuçların geniş çaplı çalışmalar ile teyit edilmesine ve böylece ağlatarak eğitme yönteminin nihayet tarihe karışmasına ihtiyacımız var.
İnsan yavrusu yaşamının ilk yıllarında doğal olarak bağımlıdır ve bu bağımlı evrede ihtiyaçları doyuruldukça kendisine ve çevreye güvenebilir. Bu güvenli temel oluştuktan sonra adım adım bağımsızlaşabilir. Yani bağımsızlık, yardım gelmesinden umudu kesmek değildir, tam tersine, yardım gerektiğinde insanlardan yardım isteyebileceğine güvenmek ve kurulan bağlar sayesinde yaşamın zorlukları ile baş etmek anlamına gelir (3,4).
II) Bir İhtiyaç Olarak Ağlamak
Bazı kaynaklar ise size bebeğinizin ve çocuğunuzun ağlamaya ihtiyacı olduğunu, onu ağlayıp rahatlaması konusunda cesaretlendirmenizi, bebeğin ağlayarak stres attığını ve onu sakinleştirerek veya dikkatini dağıtarak bu imkanı elinden aldığınızı söyler. Ağlamanın bir ihtiyaç olduğunu savunurlar. Bebeğinizin ağlamasının altında yatan nedeni bulamadığınızda bebeğinizin bir travmadan iyileşmek için, stres atmak için ağlıyor olabileceğini düşünmenizi ve rahatlaması / regüle olması için; emzirmek, emzik vermek, sallamak, konuşmak, okşamak, şarkı söylemek veya sevdiği bir oyuncak ile dikkatini dağıtmak yerine kucağınızda tutarak ağlamasına izin vermenizi önerirler.
Ağlamak çok yalın olarak ifade etmek gerekirse ihtiyacın kendisi değil sinyalidir. Yani mesajı ileten elçidir. Ağlamaya başladığımızda yaptığımız şey ağlama ihtiyacımızı gidermek değil, karşılanmamış fiziksel veya duygusal ihtiyaçlarımızdan doğan, o an için regüle etmekte zorlandığımız duygularımızı ifade etmektir.
Ağlayan bir çocuğun ; duygularını ifade etmek için yeterince alana, duygularının fark edilmesine, niyetinin ve ihtiyaçlarının görülmesine ve kendisine empati verilmesine**** ihtiyacı vardır. Duyguları yoğunlaşarak ağlayan bir çocuk yavaşça duygularını ifade edebilir ve empati ile yaklaşıldığında regüle olabilir. Yetişkin beyni ise farklıdır. Olgunlaşmış bir prefrontal korteks*****, kendi bedeninden gelen verileri, ihtiyaçlarını, duygularını ve düşüncelerini fark ederek işleyebilir. Başka bir insanın varlığına ihtiyaç duymadan -ki empatik bir ayna olabilecek başka bir insanın mevcudiyeti süreci hızlandırır- duygusal self-regülasyon sağlayabilir (5). Oysa yaşamın ilk yıllarında bir çocuğun beyni ağlayacak kadar yoğunlaşmış duygular hissettiği sırada, bu duygusal self-regülasyonu yapamaz. Bu durumu, çocuğu en az bir kere öfke krizi (tantrum) geçirmiş küçük çocuk sahibi her ebeveyn teyit edecektir. İnsan yavrusunun sinir sisteminin nörobiyolojik anlamda kendi kendini regüle edebilecek olgunluğa varması uzun yıllar almaktadır. İşte bu ilk yıllar stres yaratan durumun doğurduğu duyguları ağlayarak ifade eden bebeğin beyni, sinir sistemi regüle halde olan yetişkin ile yakın fiziksel temasla ve bu yetişkinin sakinleştirici konuşmasıyla, sallanarak veya emerek stres hormon salınımını durdurup sakinleştirici hormonların salınmasını sağlayabilir (5, 6).
Bu konudan bahsetmişken şunu da hatırlatmak istiyorum ; biz yetişkinler de o an için tüm regülasyonumuzu bozan “yakınımızın kaybı, işimizi kaybetmek, boşanma, doğal afet veya kaza” gibi durumlarda başka yetişkinlerin duygusal mevcudiyeti ile regüle oluruz, bunda hiçbir yanlışlık yok, cenaze törenleri veya kaza, hastalık sonrası ziyaretler tüm kültürlerde görülür ve bu kültürel davranışlar insanların birbirleri ile regüle olmalarının nasıl da evrensel bir ihtiyaç olduğunu gösterir. Çocuğunuzun duygusal self-regülasyon becerisi geliştirmesi konusunda endişelendiğiniz bir dahaki sefer ; bağımsızlığın bağ-sızlık olmadığını ve yetişkin yaşamda dahi başka bir insanla regüle olma ihtiyacının doğal olduğunu lütfen hatırlayın.
Çocuğu stres atabilmesi için ağlamaya bırakmak ile ilgili diğer bir çelişki ise şu; bu öneri verilirken, çocuğa bakım verenlerin bahsi geçen çocuğun her ihtiyacını anlık olarak fark edebilecekleri varsayılmaktadır. Gerçekte çocuk o an için bize anlatamasa da, her ağlama çocuğun fiziksel veya duygusal en az bir tane ihtiyacının giderilmemesinden kaynaklanmaktadır. Ebeveyn ise her ağlamanın sebebini eş zamanlı olarak bulamamaktadır . Çoğu zaman çocuğun ihtiyacını tahmin etmeye çalışıp da deneme yanılma ile ihtiyacı tespit etmeye çalışırken bir yandan da onu rahatlatmak gerekmekte, bu durumlarda ebeveyn -rahatlatma ve sebebi araştırma- işlerini sezgisel olarak aynı anda yapmakta ve ihtiyacın ne olduğu bazen çok sonradan anlaşılabilmektedir. Bu sebeple, bebeğinizin ağlama sebebini bulamadığınızda stresini atmak için ağladığını varsayarak, onu sakinleştirmeye çalışmadan kucağınızda ağlamasına izin vermek, bebeğimizin bize iletmeye çalıştığı mesajı görmemize engel olabilir. En basitinden kendi deneyimimde olduğu gibi, duyusal hassasiyetleri nedeniyle yaşadığı dengesizliği -o anda- teşhis edememiş olmamdan kaynaklı olarak kolayca çocuğumun stres atmak için ağladığını varsayıp, yatay zeminde stresini atması için ağlamaya bırakabilir ve hatta onu ağlamaya cesaretlendirebilir; acı duymaya devam etmesine sebep olabilirdim.
Bebeğinizin ağlamasının bir çeşit ifade olduğunu bildiğinizde ifade etmeye çalıştığı şeyleri aramaya devam edersiniz. Ve size bebeğinizin yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyen sezgilerinizi dinlediğinizde nörobiyolojinin de teyit ettiği üzere onun beyni ile senkronize hale gelip aynı anda hem ihtiyacını giderip hem de rahatlatabilirsiniz. Bununla beraber ‘bebeği ağlamaya veya stresini atmaya bırakmak’ ile ilgili okuduğunuzda tutuklaşır ve ağlama anlarında sezgisel olarak hareket etmek yerine o an uygulanması gereken doğru davranış ile ilgili düşünmeye başlarsınız. Neyse ki sezgiler çoğu zaman tam olarak susturulamaz ve iç sesiniz size bebeğiniz ile tatlı tatlı konuşmanızı, emzirmenizi veya emziğini vermenizi, sallamanızı veya onu kucağınızda tutarak yürümenizi söyler. Bebeğimizin dünyada güvende hissedebilmesi için istikrarlı bir ilişkiye ve bu ilişkinin de ilmek ilmek örülebilmesi için bebekten gelen sinyallerin ebeveyn tarafından mümkün olduğu kadar alınıp deşifre edilmesine ve uygun şekilde cevap verilmesine ihtiyacı var.
III) Peki ya ‘kontrol kalıbı’?
Bazı kaynaklar size çocuğunuzu sakinleştirmek üzere sunduklarınızın onun için bir ‘kontrol kalıbına’ dönüşebileceğini söyler. Sakinleşebilmek için bir nesneye (emzik/meme emmek, battaniyenin köşesini emmek, parmak emmek, annenin kulak memesine, boynuna vs bir bölgesine dokunmak… gibi) ihtiyaç duyar hale geleceği ve büyüdüğünde de kendi kendine sakinleşemeyeceği konusunda uyarırlar. Oysa ki sevgili Johann Hari’nin de uzun uzun anlattığı üzere, nörobiyolojik anlamda bağımlılığın (sigara, uyuşturucu, alkol) karşıtı ayık olmak değil, bir insan ile bağlantıda olmaktır (7). Bu yazıyı yazarken çıkış noktam tam olarak bu; esas mesele ağlamayı görmezden gelmek veya çocuğu ağlamaya bırakmak değil, ben sizi ebeveynlikte daha derin bir bağlantıya davet ediyorum: Ağlamanın altındaki mesajı görmeye ve bebeğinizin/çocuğunuzun duygusal ihtiyacını gidermeye çalışmaya. Çocuğunuzu ağlamaya bırakmayın derken önerdiğim şey onun ağlamasını derhal susturmaya çalışmanız değil, hele hele çeşitli rüşvetler veya tehdit veya cezalar ile -ki bu cezalara ilginizi bir süreliğine geri çekmek ya da ‘ağlarsan seni dinlemem/üzülürüm/sevmem’ gibi cümleler de dahil- ağlamasına müdahale etmeniz hiç değil. Sizi ağlamanın iletişim kurmak ve duyguları ifade etmek için bir araç olduğunu görmeye ve bu iletişim isteğine cevap vermeye davet ediyorum. Bebeği veya çocuğu rahatlatmak için sezgilerimize güvenmek, duygusal olarak mevcudiyet sunmayı gerektirir, çocuğun ağlamasını bir ödül ile geçiştirmeyi değil. Çünkü ikinci seçenekte siz çocuğun ifade etmeye çalıştığı ihtiyacını görememiş ve onun duygusunu geçiştirmiş oluyorsunuz. Ebeveynleri tarafından duyguları görülmemiş, geçiştirilmiş insanların regüle hale gelebilmek için ve bağlantı hissetmek için çeşitli nesnelere bağımlı hale gelme riskleri olabileceğini tahmin etmek zor değil.
IV- Peki ya bebeklikten çıkmış çocuklar?
Bazen biraz daha büyük bir çocuk gerçekten de yoğun hayal kırıklığı ve üzüntüyü ifade etmek için uzun uzun ağlayabilir, böyle durumlarda dahi duygusal olarak mevcudiyet sunup çocuğa empati ile yaklaşmak, duygularını ifade edip regüle olabilmesi için onu aynalamak mümkündür. Artık büyümüş olduğunu düşündüğünüz çocuğunuza duygularını ifade etmesi için yardımcı olmak faydalı olacaktır. Böylece çocuğunuzun duygusal self-regülasyon geliştirebilmesi için duygularını fark edebilmesine, ifade ve regüle edebilmesine destek olmuş olursunuz. Bu deneyimler arttıkça çocuk başka bir insanla regüle olmayı ve nihayet kendi kendine regüle olmayı başarabilecektir. Yine de bu kesin olarak zamanlaması kestirilemeyen oldukça karmaşık ve yavaş bir süreçtir. (1, 5)
Tüm bu okuduklarınızdan sonra ‘çocuğum ağladığında ne yapacağımı anlamadım’ diyebilirsiniz. Ne yapacağınızı çocuğunuzdan gelen ipuçlarına göre size söyleyen sezgilerinize sormanızı öneriyorum, bebeğinizin emmek istediğini sezdiğinizde emzirin, mama ile beslenen ve sakinleşmek için emzik kullanan bir bebeğiniz varsa kucağınızda şefkatle konuşup emziğini verebilirsiniz, sallamanızdan, onu giymenizden hoşlanıyorsa, onları yapın. Bebeğinize ve size iyi gelen, aranızdaki bağlantıyı güçlendiren ne varsa onu yapabilirsiniz, korkmayın bebeğinizi en iyi tanıyan insan olarak ona tüm mevcudiyetiniz ile cevap verdiğinizde o an uygun yöntemi kendiniz bulabilirsiniz. Daha büyük ve konuşan bir çocukta ise çocuktan gelen geri bildirimlere göre onu kucaklayıp veya yakınında durup onu anlamaya çalışabilir ve duygularını ifade edebilmesi için destek olabilirsiniz. O anlarda ne yapmanız gerektiğini size başkalarının söylemesine izin vermeyin. Aranızdaki ilişkiye güvenin.
*Regüle etmek: Çeşitli duyguların etkisinde ve uyarılmış veya aşırı tepkisiz haldeki sinir sistemini tekrar denge haline getirmek.
**Aynalama: Karşımızdaki insanın duygularını empatik bağlantı ile sezebildiğimiz kadarıyla, yorum katmadan olduğu gibi ifade etmek. Örneğin : ‘’Üzülmüşsün.’’
***Duygusal self-regülasyon : Kişinin bedeninde ifade bulan duyguları fark edebilmesi , tanımlayabilmesi ve onları duruma uygun şekilde düzenleyebilmesi. (Daha geniş bilgi için, Dan j. Siegel’in Akılgözü kitabı ve Marshall B. Rosenberg’in Şiddetsiz İletişim kitapları okunabilir)
****Empati vermek : Bu yazıda “empati vermek” şiddetsiz iletişim pratiği içerisindeki anlamında kullanılmıştır. Karşımızdaki insanın o an’da hissettiklerini hissedebilmek için ona kalpten açık olma hali anlamında, bunu yapabilmek için de kendi zihnimizde çalan şarkıyı kenara çekip, dikkat ve merak ile o kişiyi anlama niyetiyle ona alan tutmaya çalışmak anlamında. (Daha geniş bilgi için Marshall B. Rosenberg ‘in Şiddetsiz iletişim kitabını okumayı ve Türkiye çapındaki şiddetsiz iletişim pratiklerine ve eğitimlerine katılmayı öneriyorum, etkinlikler @siddetsiziletisim hesabından takip edilebilir)
*****Prefrontal Korteks: Beynimizin alnımızın arkasına denk gelen kısmında bulunan ve düşünme, bağlantı kurma, sorun çözme, bedensel verileri düzenleme, strese tepki verme, duyu ve motor sistemlerin arasındaki geri bildirim döngülerini hareket planlaması için kullanma gibi oldukça karmaşık bilişsel süreçlerin gerçekleştiği düşünülen kısmı. Gelişiminin yaşamın ilk yılları boyunca devam edip olgunlaşmasının 20’li yaşların ortasında tamamlandığı düşünülmektedir.
Kaynaklar:
1- Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk, Bruce D. Perry, Okuyanus Yayınları, 2012
2- http://www.attachmentparentingturkiye.com/uyku-egitimi-ve-kontrollu-aglatma/
3- http://bidunyacocuk.com/talep-odakli-yasam/
4- Sevgi Bağlarının Kurulması ve Bozulması, John Bowlby, Psikoterapi Enstitüsü Yayınları, 2012
5- Akılgözü, Daniel J. Siegel, Koridor Yayıncılık, 2016
6- Beden Kayıt Tutar, Bessel A. Van Der Kolk, Nobel Yaşam, 2018
7-https://www.ted.com/talks/johann_hari_everything_you_think_you_know_about_addiction_is_wrong
Yazarın notu: Bebekler ve duyu bütünleme konusunda okumak isteyen ebeveynler -Anne sütü alan bebeklerde emme becerilerini destekleme, Catherina Watson Genna, Nobel yayınevi, 2017 – kitabının ilgili bölümlerini ve daha büyük çocuklar için de Senkronize olamayan çocuk – Duyu bütünleme bozukluğunu anlayabilme ve onunla başa çıkabilme, Carol Stock Kranowitz, Pepino Yayınları – kitabını okuyabilir ve Duyu Bütünleme Terapisti bir anne olan sevgili Ebru Albayrak Sidar’ın @therapist.mom hesabını takip edebilirler.
Serap Reyhanioğlu Arıkan
Attachment Parenting International tarafından akredite edilmiş AP Lideri, Empatik Ebeveynlik Türkiye adındaki gönüllü ebeveyn destek çemberlerinin kolaylaştırıcısı, Attachment Parenting Türkiye Facebook grubu yöneticisi, esasen çocuk doktoru, şimdilik iş yeri hekimi, öğrenmeye aşık biri. Bir de 3 yaşında bir çocukla ve eşiyle şiddetsiz iletişim ve regülasyon konusunda tecrübe kazanmaya devam ediyor. Bazen @serapreyhaniogluarikan hesabından Instagram’da da yazıyor. Hepsi bu…
Aletha Solter’ ın Bilinçli Bebek kitabının ağlamayla ilgili kısmını dün okuyup şu notları almıştım: ” Ya ağlamak bir kontrol kalıbı haline gelirse? Ağlayarak uyuyan bebeklerin kortizol seviyelerinin yüksek bulunduğu çalışmalar var, kitap bunlarla çelişiyor. Ağlayarak kontrol kalıbından vazgeçen bir bebek de öğrenilmiş çaresizlik sürecinden geçmiyor mu? Meme onun için dünyada bir güven provası olamaz mı? Ağlamayı doğal karşılıyorum ama çocuğun hayatı boyunca bütün sosyal ortamlarda stresini hemen ağlayarak atması doğru bir stres yönetimi şekli mi?peki ya bebekte ‘beni seviyor ilgileniyor görünüyorlar ama sorunumu çözmüyorlar’ düşüncesiyle güvensizlik oluşursa? Beyni kendini regüle edecek kadar gelişmemiş bir bebek için güvenli ağlama ve kontrollü ağlatma sonuç olarak aynı noktada buluşmaz mı? Bebeğin ‘sakinleşemiyorum, yardım et’ çağrısına yalnızca ‘buradayım, bekliyorum’ cevabı vermek onun için yeterli mi?” Emzirirken tek elle okuyup telefonuma not alabildiğim için kopyala yapıştır yapmam kolay oldu 🙂 Açıkçası kafamda soru işaretleri kalmıştı, gece gaz sancisiyla ağlayarak uyandığını gayet iyi bilmeme rağmen bebeğimin dün geceki ağlamasının stresten olup olmadığı düşüncesi kafamda bir dolaştı. Tam olarak dediğiniz gibi ana sorundan uzaklaşıyordum az kalsın. Bu yazıyı kafam daha da karışmadan okuduğum için çok mutluyum, çok teşekkürler 🙂
Mesajınıza geç döndüğüm için çok üzgünüm. Teknik bir aksaklık nedeniyle görememişim. İçsesiniz ve sağduyunuz sizi de aynı yola çıkarmış. Paylaşmanıza çok memnun oldum. Okuduğumuz her şeyi ailemize uygunluk açısından bu süzgeçlerden geçirerek uygulayacağımız, ebeveynlik özgüvenimizin yüksek olduğu günlere…
Harika bi yazı, yakın geçmişim gözümün önüne geldi. 4 aylıktan 16 aylığa kadar oğlumu kanguruda uyuttum zira yatay uyumak istemiyordu , şüpheleniyordum duyu bütünlemeden ama sabırla da böyle uyutmaya devam ettim, nihayet 16 ,5 aylıkken kendiliğinden yataya geçti, yine aletha solter in ağlama hakkındaki söylemleri bi yandan rahatlatıyordu ama ben onu hem kucağımda hem sakin sesle sakinleştiriyordum. Zira uykuya dalamamadan başka ağlaması olmazdı gün içinde.
Size tekrardan çok teşekkür ederim, bu yazıyı tüm yeni anneler okumalı. Kaynak kitapları temin edeceğim, uzmana gitmeksizin evde anneye yeter mi bu kitaplar? merak ettiğim illa bi duyu bütünleme uzmanı görmeli miydi o anlarda, sonradan gitmek nasıl bi yarar sağlar? şimdi 18 aylık .